Türkçe Nasıl Kirletildi Tarihi Sorgulama

Felakete Giden Bir Başarı :

Site Yöneticisi Notu: Değerli hocamız Türkoloğ Prof. Geoffrey Lewis 2009 yılı Ocak ayında hakka yürümüşdür. Türk Dili ve Edibiyatına eşsiz katıkısı olan bilim adamına hakdan rahmet diliyoruz. Prof. Lewis'in anısına bu yazıyı tekrar koymakda yarar görüyoruz.


Ben bir araştırmacı değil, hayat okulu mezunuyum. Doğu Türkistan'a duyduğum hayranlığa rağmen, benim kısmetim, meslek hayatımın başlıca ilgi alanı olan Türk dili olmuştur. Zaman zaman Çağatay'ca okuttum, hatta sınıfımda öğrencilerden birisi, ilk Moğol İmparatoru soyundan olan Babur tarafından yazılmış ve bozulmamış "Baburname"yi okumak istemişti. Bu akşam konuşmamın konusu Türk dilindeki reform olacak. O nedenle de, Kitabın adını "Felakete Giden Bir Başarı" koydum.

Bu akşam konuşmam Türk dilinde yapılan yeniliklere odaklanacak. Kitabımın adını her ne kadar “Felakate Giden Bir Başarı” koysam da, yenilik, konuşma dilinde aşırı etkisi olmamıştır. 1930 öncesi konuşulan dil ve daha sonra gelişen nesillere yaptığı etkinin gittikçe nasıl anlaşılmaz hale geldiğine bakacağız. Açıkca söylemek gerekirse başarılı da olmuştur. Yenilikcilerin etnik temizleme amaçlarında son yüzyılda Türkçe olmayan yabancı kelimeleri arıtma harekatı, aynı yedinci yüzyılda yapılan değişiklik gibi olmuştur. Amacım, neden bu başarının bir felaket olduğunu olabildiğince göstermeye çalışmak olacaktır.  

Osmanlı İmparatorluğu 1922’de sona erdi, fakat edebiyat ve yönetim dili olan Osmanlı Türkçe’si, 20. asırın ortasına kadar ölmüş bir dil olmadan geniş kelime dağarcıklı ve İngilizceye en çok yaklaşan dildi.

Yürekten de tam Türkçe’ydi; kuramı ve sözdizimi Türkçe, ne varki, Hapoyan (Kirletilmiş Bir Dili Temizleme Harekatı) 1907’de basılan Osmanlı Türkçe’si Konuşma Diline % 40’ı arapça ve farsça grameriyle tamamlanmıştı. Bunun nedeni de, Osmanlı zamanla bu iki dilin bir çok özelliklerini kıyasıya kullanmış olmasıydı. Çoğul kelimeler farsça ve arapça’dan alındı. arapçadan da dilin hastalığı olarak bilinen konuşma grameri ithal edildi.  Daha öteye giderek, Türkçe’de sıfat, ismin yerini aldı, fakat tümleç arapça ve farsça sıfatlarla tamamlandı.

İki arapça sıfatın ortasına tamamlayıcı farsça’dan ithal edilen i harfi koymakla, yalnız Osmanlı devlet adamları ve yüksek tabakanın girebildiği yüksek ve kapı (gate and high) anlamına gelen Bâb -i- âlî, sözcüğüne i  harfini iki Arapca kelimenin ortasına koymakla yenilik yaratılmış oldu.

Eski Türkler hayvancılıkla geçimini sağlayan insanlardı. Moğolların baskısına uğrayınca güney ve batıya göç etmeye başadılar. 11. yüzyılın başlarında Orta doğuya gelenler, İslamiyetle de tanıştı. Okumasını bilenler Arap-Fars alfabesini öğrendi. Yörükler için kendi dilleri elbette oldukça zengindi, ancak sanat, tasavvuf ve felsefe kavramlarında yeterli olmadığı için arapça ve farsça kullanma zorunda kaldılar.

Ne var ki, yeni dili kullanmakla, basit ve sade olan sözcüklerde değiştirilmeye başlandı.

Örneğin, ôd kelimesi yerini farsça olan– ateş  sözcüğüne terke etti ve 20. y.y. kadar yalnız şairler şiirlerde kullandı.

Öz Türkçe olan sin veya sinle, yerine arapça kökenli olan Mezar kelimesi kullanılmaya başlandı. Sin ve sinle yalnız şiir yazgılarında kalmış omasına rağmen günümüzde halen Orta Anadoluda kullanılmaktadır.

17. y.y. basılan Gami al-Faris sözlüğünde  sinle kelimesi ‘yalnız kâfirlerin yani Müslüman olmayan insanların mezarları için kullanılan bir kelimedir’ diye açıklama getirmektedir. Müslüman için mezar kafir için de sinle kullanılır diye bilgi vermektedir.

Klasik Türkçe şiirlerde -dir –(is) veya idi – (was) kullanılmaya başlandı. Türkçe, arapça ve farsça karışımı olan bu sözcükleri ne Osmanlı hanedanları, ne Araplar ne de Yunanlılar anlıyordu. Bu sözcük anca 19.yy yarısında başlayan gazetecilik, yazarlar ve köşe yazarları gazetelerde, magazin ve dergilerde yazmaya başladı. arapça, farsça gramer kelime yapısı yerini yeni Türkçe’ye terk etmeye başladı.

Ulüm-i tabiiye
, arapçada çoğul anlamda olan ulûm yerine Türkçede çoğul anlamda olan ilimler kulanılmaya başlandı. Fakat farsça olan i dişil bir harf ekleyerek dişile  çevrilip sıfatı da sonuna ekleyeyip yine arapça bir kelime yaratıp  tabiî ilimler kulanılmaya başladı çünkü gazete ve dergi yazarları için daha kolay bir seçenekti.

Şair Mehmet Akif 1910 yılında şu yazıyı yazmıştı; ‘gazetelerde verilen bir haber sanki bir adi suçu anlaşılması zor bir dilde sıradan dinleyen bir insanın anlamaması için din kültünde’ yazılmış gibi diye eleştirmişti. Yazılması gereken de halkın anlayacağı bir dilde olması gerekti. Ancak bu da senelerden sonra gelişmeye başladı.

Bu tür düşüncede Mehmet Akif hiç de yalnız değildi, 1928 de başlayan Türkçeyi yabancı kelimelerden temizlenme hareketini başlatan arapça ve farsça alfabesinden temizleyip latinceye kaydırma enerjisini Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanı olma yetkisinden  alıyordu. İki yıl sonra, bir kitabın önsözünde yazığı gibi ‘Türk Ulusu nasıl ki, yurdun bağımsızlığını yabancılardan aldığı gibi, öz dilini de yabancı sözcüklerinden kurtarmalıdır’ demişti.

Böylelikle bu söz yazılan kitapların özsözü olarak geçecekti. Ne var ki, daha önce sözü edilen “Türkçe en zengin dillerden biridir demiştik ancak suistimal edilmeden kullanmak şartıyla” tümcesine hiç dikkat çekilmedi. arapça ve farsça kelimelerin karşıtı Türkçe kelimeler bulunmalıdır diye düşünmüştü. Bunun üzerine tarihçilere bir liste vererek göreve çağırdı.

Dört kelimeden oluşan arapça kökenli beşeriyet menşe ye mebdei (The source and origin of human kind)  kelime kendisine getirildiğinde insanların nereden ve nasıl geldikleri (Where humans came from and how they came) , diye düzeltti fakat gramer olarak Türkçe olsa bile insan (human) sözü ve (and) , arapça olmasına değin türkce diline oturup yeniliğin bir parçası olmuştur.

Yeniliği anlamak için Atatürk’ün iki ayrı özel zevki olduğunu bilmeniniz gerekir.  Birisi tarih, diğeri de etimoloji yani dil bilimi. Atatürk’ün tarih, bilim, dil ve dilin özelliğinin korunmasına karşı ayrı bir bağlılığı vardı.

Buna eşdeğerde Türk etimolojislerinin (dil bilimcilerinin) Amerika’da bulununan iki ayrı yerin isminin Türkçeden kaynaklandığını savunması gibi Niagara şelalesinin (What tumult!) Ne yaygara! ve Amazon nehrininin Ama uzun! (But it's long!) beğenmiş olsa bile tartışma götürebileceğini düşündü, ne var ki hiç bir yandaşı bir akşam yemeğinden sonra “Paşam, herhalde ciddiye alacak değiliz” demesini beklerken tam aksine onlarda aynı havadan gitmişlerdi.

Atatürk’ün 1932 yılında kurduğu Dil Kurumunun başkanı batı kaynaklı olan “akademi” (academy) kelimesi Türkçe olan ak adam: - ak (white) ve adam (man). Burada ak Türkce olmasına değin adam kelimesi yine arapçaydı.

1932 yılında Türkçe kelimeler derlenmeye başlandı. Her ilin valisi bir komite oluşturup halk arasında kullanılan kelimelerden oluşan bir bilgi dağarcığı hazırlamaya başladı. Hemen bir yıl gibi bir zaman diliminde 35 000 gibi kelime derlendi. Bu arada dil uzmanları eski Türk Dillerinden yaklaşık 150 kitap karıştırıp zamanlarca Türkçede kullanılmayan kelimeler derleyerek bu sayı hemen 90 000 ulaştı. 1934 yılında bu ortak çalışma Tarama Dergisi (Combing Compendium) adı altında toplandı, hazırlayanlar çoğu kelimelerin karşısına soru işareti koymuş olmasına değin bazı hararetli olanlar bu kelimeleri kullanmakdan hiç de çekinmediler.

Pen anlamında olan kalem’e baktığınızda arapçadan alındığını görürsünüz. Yeni Türkçe olarak  yağuş veya yazgaç ya da çizgiç veya kavrı, kamış veya yuvuş gibi karma karışık bir kelime zenginliği ortaya çıktı.

Akıl (intelligence) için tam  26 eş anlamlı kelime bulundu. A’dan Z’ye varıncaya kadar.  Hediye (gift)  için de tam 77 benzer bir kelime listesi sunuldu. Sonuçta Armağan, kelimesi seçildi fakat buda Türkçe değildi farsçadan alınmış bir kelimeydi.

Gazeteciler, köşe yazılarını Osmanlıca yazıyor Dil Kurumu görevlileride yani ikameciler, Tarama Dergisini karıştırarak Türkçe karşıtlarını bulup derleme yapıyorlardı. Bir başka gazatede kendi istekleri doğrultusunda kelimeler kullanmaktaydı. Bu durumda Atatürk yeniliğin çıkmaza girdiğini görüp, en akılcı dilin kendi özelliğini koruyup, anlamdaş sözükleri bulup dilbilimcilerin oluruna sundukdan sonra kullanılmaya başlaması emrini verdi.

Bunun üzerine rasgele kelime bulunmaktansa, arapça ve farsça olan sözcüklerin anlamdaşlarını bulup yanlışları düzeltmeye başladılar. Örneğin, arapça olan  maarif (education)’i çok eski olan eğitmek (to educate) sözüyle yenileyip yerine eğitimi kullandılar. Kusura bakmasınlar fakat mantıkla örtüşmeyen bir yanlışlık yapıyorlardı; eğitmek yanlış kullanılıyordu. Eski bir Türkçe olan insan ve hayvanları doyurmak anlamına gelen igidimek (to feed people or animals) sözünü kullanmak istemişlerdi. Fakat (education) anlamına gelen eğitimin modern Türkçe’ye girmesine engel olamadılar.

Araştırmacılar Millet’e (nation) sekiz ayrı farklı eş anlamda kelime buldular. Bunların arasında uluş ve ulus. Bunlardan Ulus’u seçtiler oysa Uluş daha doğru Türkçe idi. Moğolca Millet değilde Vatan anlamındaydı.  Moğolca imparatorluk veya halk anlamına gelen 19.yy dan günümüze dek, ulus kelimesi tercih edildi. Dil Bilimcileri arapça sıfat yardımcı fiili olan –î için anlamdaş bulamadılar. Onun yerine fransızca olan el veya –al kullandılar ve millî (national) yerine ulusal, kültür yerine kültürel seçildi. En azından yarı Moğol yarı Fransız olmasıyla dil şovanisti olmadıklarını vurguladılar.

Ne var ki, bugünkü adıyla (National Library) Millî Kütüphane, yarı arapça yarısı da farsça olan isim bir türlü yerini Ulusal Kitaplık olarak alamadı. Herhalde Dil Bilimcilerin dikkatinden kaçmış olması gerekir diyebiliriz fakat kasıtlı bırakılmış olmalısı da büyük bir varsayımdır.

Son zamanlarda bina için kullanılan altyapı (under-building)  yerini fransızca olan  enfrastrüktür’e kaptırmıştır. Kazı (excavation)  ve çağrışım  (association of ideas) arapça olan hafriyat ve  tedai yerine kullanılmaya başlanmıştır.

Bu kadarı felakete giden bir yenilik nedeni oluşturmaz diyebilirsiniz. Ancak her dil kendi içinde yeniliklerini yaratır. Dil bilimcileri kullandıkları kelimenin kendi dilinde anlam taşımıyor olmasını, sorun görmeden yabancı kelimeleri kullanmakta özen gösteriyorlar. Hele hele son zamanlarda okuyucu anlamakta güçlük çeksin veya özgün bir dil yaratma pahasına yabancı kelime kullanarak dilin özünü bozmaya devam etmektedirler.

Çok eski arapça olan medeniyet (civilization) 19.y.y. Türk’ler tarafından kullanılmaya başlayınca Arap’larda sahip çıktı ve Türkçe’den aldılar. Ne varki bunun tam karşılığı Uygur kaynaklı doğu Türkistandan gelen uygarlıktı. Bugün medeniyet ve uygarlık farklı anlamlarda da kullanılıyor. Yaptığım küçük bir araştırmada bunu fark ettim. İzmir’e kuzeyden girerken bir levhada Yayaya Saygı Uygarlıktır (Respect for the Pedestrian is Civilization) yazısını görürsünüz.

Hoş iki ayrı taksi şoförüne uygarlığın anlamını sordum, uygarın modern veya çağdaş anlamına geldiğinde ortak görüşde olduklarını ancak uygarlık ve medeniyetin farklı anlamlar taşıdığını savundular.

Konuyu biraz değiştirip hayran kaldığım bilimden teknik terim olan bir yenilikten söz edeyim. 1937’ye kadar, Türk okullarında geometri hala Osmanlıca sözcüklerle okutuluyordu.  İki arapça kelime bir de farsça olan i birleştirerek zaviye-i kaime (Right angle) diye söyleniyordu.  Bu günlerde buna arapçanın doğrudan çevirisi olan dik açı  deniliyor.

Bu değişim 1936/7 kış döneminde başladı. Atatürk geometriye giriş üzerine bir kitap hazırladı isimsiz olarak bastırmıştı. Bugün bile geometride o günden kalan sözcükler kullanılmakta.

Bir üçgenin alanı tabanın yüksekliğiyle çarpımının yarısına eşit olduğunu hepimiz okulda öğrendik. Gelin Dilde yapılan reformdan önceki şu eski anlatıma bakalım:

Bir müsellesin mesaha-i sathiyesi, kaidesinin irtifaına hâsıl-ı zarbinin nısfına müsavidir.

Bu günkü anlamıda:
Bir üçgenin yüzölçümü tabanının yüksekliğine çarpımının yarısına eşittir.

Siyasetin her iki aşırı uçları da dilde yapılan yeniliğe karşı geliyordu. Komünistler bunun bir burjuva özentisi olduğunu düşünüp, aşırı sağ tabanda Türkçe’yi tahrip edici Türkiye Türkçe’siyle eski Sovyet Türkleri arasında uçurum yaratmak istiyorlar diye suçluyorlardı. Edebi dille, resmi dil arasında ki uçurum gittikçe geniş tabana yayılıyordu. Ünlü şair ve oyun yazarı Nazım Hikmet (1902-63) en tanınmış komünist olarak biliniyordu. O bile “temiz Türkçe” kullanmaya özen gösterip Atatürk’ü takip etmiş olsa bile yabancı kelimelerde kullandı.

Atatürk’ün reforma olan düşkünlüğü 3 Ekim 1934 tarihinde büyük bir şok yaşamıştı. Yeni dilde bir konuşma hazırlayıp  İsveç Prensi ve Prensesinin onuruna verdiği yemekte okudu.

Hayatı boyunca konuştuğu ve bildiği bir dille yazıp bir ilkokul talebesinin okuduğu gibi arapça ve farsça kelimelerin yerine yeni Türkçe kullanarak bir yenilikçi tavırla okuması, uzaktan bakan bir dinleyici, bu yeniliğin gerçekden çok ileriye gittiğini fark edebiliyordu. Bunun farkına kendisi de vardı fakat konuşmasını bitirmişti.

Atatürk’ün emriyle Dil Kurumu, Güneş Dili Teorisi (yani Aydınlık Dil Teorisi) adı altında dil kursları başlatmıştı (the Sun-Language Theory) Kasım 1938 Atatürk’ün ölümünden sonra Ankara Üniversitesinde verilen Türkçe dersleri Dil Kurumu Genel Sekreteri İbrahim Dilmen tarafından iptal edildi. Nedenini soran öğrencilere Dilmen “Güneş öldü, teori yaşarmı” diye yanıt verdi. O günden bugüne dek Türkçe büyük yara almaya devam etti.

Dil Kurumu 11 Ağustos 1983 itibariyle Başbakanlığa bağlanarak yeni kimliğiyle Atatürk Dil Tarih ve Kültür Enstitüsü adını aldı. O günden bugüne dildeki Osmanlı kelimelerin yenilenmesi son buldu.

Fransızca kelişmelerin ithali 19. yy başladı. Yakın tarihde Yüksek Eğitim Kurulu internet veri tabanlı bir kanun tasarısı hazırladı. Türkçe’de hiç yeri olmayan akreditasyon ve akredite gibi iki ayrı kelime vardı. Türkçe sözlüklerde bulunmayan fransızcadan çalınan en gülünç bir kullanımdı. Buna benzer dikkatimi çeken diğer sözcükler arasında Ezgoz emisyonu ölçüm istasyonu (exhaust emission measuring station) yalnız üçüncü kelime Türkce’dir diğerleri ingilizce fransızca kelimelerin Türkce okunuşudur.

Hemen 1974’e dönelim, Türk dilbilimcilerinin ilk nesilinden olan Özcan Başkan Türkçe ve  İngilizce  fransızca’ya kıyasla Franglais yaratırcasına Türkilizce oluşturdu. 1960’dan sonra da fransızca kelimeler baskın olmaya başladı. İngilizce’de balloon kelimesi Türkçe tekil balon çoğul olarak da balonlar olarak kullanılmaya başlandı. TarihiGöreme harabesi olan (ancient Cappadocia) bölgesinde  turistik amaçlı bir firma "Kapadokya Balloons" adıyla uçuş gezisi düzenlemekte. Bu doğrudan İngilizce ve fransızca kelimelerden çalıntı yapıp zekice Türkçe ile alay ettiklerinin farkında bile değildiler. 

Daha doğrusu Türkçeyi bırakıp da ingilizce kelimelerle konuşanlar bana utanç vermekteler. Çoğu insan operasyon yerine opereyşın, spekülasyon yerine spekülasyşın kullanmakla önceki sözün fransızca sonrakininde ingilizce olmasıyla acaba yeni bir dil Türkilizce mi yaratmaya çalışılıyor.

Yeni Dil Kurumu yabancı kelimelerin yerine Türkçe kullanılsın diye öneride bulunuyor fakat dinleyen kim. Türkçe gazete ve dergilerde bile eski Osmanlıya dönüş yapılıyormuş gibi Osmanlıca sözcükler kullanmakla öz Türkçe yok ediliyor. Osmanlıcanın 20 yıl önce başladığını birisi söylese saçma diyebilirsiiz fakat gerçektir. 

Buna bir örnek verecek olursak, geçen yıl Nisan ayında  gazetelerde terrorists kelimesi teröristler olarak kullanıldı. Otelde Dehşet (Terror at Hotel) tabi ki, Dehşet  arapça olup Osmalıca terör demekti. Akşam Gazetesi 15 Ekim 2001’de Türk Ordusu kısmi teyakkuz’a (partial alert) girdi sözünü kullandı. Bu iki kelime de arapça’dır. Elbette, Osmanlıca  dili kullanmak isteyenlerin kulağına hoş gelecektir. Ne yazık ki, bu da dilde (yeniliğin) çoktan yok olduğunu göstermektedir.Son günlerde dil bilimcileri hiç bir yenilik yapmadı tam aksine çoğu öz Türkçe kelimeler ingilizce, fransızca ve arapca kelimelerle değiştirilmeye başlandı.Beni en fazla üzende fransızca ve ingilizce bilenlerin değiştirmeye neden gerek duymuş olmalarıdır.  

Ne var ki, 50 yıllık bir beyin yıkama hareketinin yok edilmesi zor gibi görünüyor. Sözlerimi iki ayrı yenilikçi kelimelerin nasıl kullanıldığıyla bitirmeye çalışacağım. arapça tabanlı olan istiklâl (independence) ve hürriyet (freedom) bağımsızlık ve  özgürlük anlamındadır. Buradaki  bağımsızlık  ek fiil dönüşümü ım dır fakat baş bir isim olup fiil tabanlı bir kelime değildir. 

Burada en iyi kullanılması gereken özgürlüktür. Çünkü Öz  (pure) ve gürlük de  (abundance) anlamındadır fakat buda bağımsızlık (freedom)  anlamında olmasa bile en yakınıdır. Bu iki kelimenin eleştirisini yapan çoğu kişiler bir gerçeği unutuyorlar; birinci sözcük kelime kuralına uymuyor, ikincisinin de kelimenin duygusal içerikli olmamasıdır. 

Binlerce Türk hürriyet ve istiklâl için canımız pahasına savaşır ve ölürüz diyebilirler, bunlardan kaç tanesi özgürlük ve bağımsızlık için aynı sözü kullanabilir? 1950’lerden sonraki kuşaklar İstiklâl Beyoğlu’nda bir cadde ismi olarak kullanılırken, Hürriyet’in günlük bir gazete adı olduğunu Beyazıt’ında  İstanbul’da bir meydan olduğunu bilirler.  Peki, bunlardan kaç tanesi özgürlük ve bağımsızlığın, büyük nesil ve dedeleri için hürriyet ve istiklâlle eşanlamına geldiğini bilebilirler? Bir İngiliz de özgürlük (freedom) ve bağımsızlık (independence) için savaşır ölebilirim diyebilir ancak bir dil özünü, insanların kullandığı sürece yaşar.

Prof. Geoffrey Lewis.

Bu çeviri kısaltma yapılarak Veyis Haydardedeoğlu tarafından yapılmıştır. arapça, farsça, ingilizce ve fransızca küçük harflerle çevirmen tarafından kasıtlı yazılmıştır. Prof. Geoffrey Lewis gibi yürekli insanlara daha Türkiye’nin çok ihtayacı olduğu bir gerçektir. Evet son zamanlarda yeni bir dil yapılmaya çalışılıyor onun adı TÜRKİLİZCE. Prof Lewis’e sonsuz saygılar