Hazar Türkleri Yahudi mi

Hazar Türk'leri Yahudi mi? yoksa Musevi mi?  

 


Türk Haber'den
Kevin Brook'un 'Bir Türk İmparatorluğu: Hazar Yahudileri' adlı Nokta Kitap tarafından basımı yapılan kitabına yazılan tanıtım yazısı bazı ciddi yanlışları içinde barındırıyor.Tanıtım yazısında şu ifade yer alıyor: "5. yüzyıldan itibaren devletlerini oluşturmaya başlayan ve farklı dönemlerde İsrail, Bizans ve İran'dan aldığı göçlerle bir Yahudi sığınağı haline gelen bu devlet, muazzam bir güce sahip olmuştu."

Bir kere Hazar Devleti sınırları içerisine, başka ülkelerden Türk kökenli olmayan Yahudilerin göçü, toplam Hazar Nüfusunun binde birini bile bulmaz. Dolayısıyla Türk kökenli olmayan Yahudiler için bir nüfus sığınağı olması mümkün değildir. Burada önemli bir husus da, Hazar Yahudileri, başka yerden gelmiş Yahudiler olunca, kökenlerinin Türklüğü de söz konusu olmuyor tabii. Burada Orta Avrupa Musevilerinin etnik kökeninin Hazarlar ve Hazar etkisi yerine İbraniliğe ve Yahudiliğe yani Sami ırkına dayandırılmaya çalışıldığını düşünüyoruz. Ya da ciddi bir anlam hatası 'farkında olmadan' yapılmış demektir. Hazar Türkleri Yahudi değil Musevidir. Yani bunların ırk olarak sami ırkından olan israiloğullarıyla hiçbir ilgileri yoktur.

Bunun kadar önemli bir husus da Hazarların Museviliğinin nasıl gerçekleştiğidir. Hazarlar, Museviliği, Kafkasya ve özellikle Dağıstan Musevilerinden öğrendiler. Bir ikinci kaynak ise Harezm  Musevileridir. Buralarda nüfus olarak önemli olmasa da dini-kültürel varlıkları nedeniyle önemli bir Musevi inananları topluluğu bulunmakta olduğu anlaşılıyor. Bu toplulukların da irken Yahudi olma olasılıkları bulunmamaktadır. Oysa tanıtım yazısında büyük bir göç varmış da onlar Yahudiliği oluşturmuşlar ve Türklerden de katılım oldu fikri inşa ediliyor. Hazarlar Museviliği, büyük ihtimalle yine Türk kökenli olan Dağıstan'ın ve Harezm bölgesisinin Musevileşmiş yerlilerinden öğrendiler. Zaten Museviliğin 800 lü yıllardan sonra Hazar Ülkesinde birinci din haline gelmiş olması, 100 yıldan az bir zamanda oldukça büyük bir topluluğun din değiştirmesi demektir ki, bu ancak kendindenliğin olduğu bir yerde mümkündür. Öte yandan Hazar Türklerinin alfabe olarak Orhun alfabesini kullandığını biliyoruz.

Bu gerçek de Museviliğe ait Orhun alfabesiyle yazılmış metinlerin varlığını ve bir Türk Museviliğinin Hazarlar öncesinde olduğunu gösterir. Ve Hazar Musevilerinin başlangıçta Musevilik metinlerini Orhun Alfabesini kullanarak yazdıkları biliniyor. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Türkler arasında İslamiyet yayıldıktan sonra ne kadar Arap veya Acem varsa ondan da daha az irken Yahudi için gerek Dağıstan gerekse Harezm bölgesinde olması akla da mantığa da daha yakındır.

Öte yandan Karay Musevi Türkleri ile Yahudiler arasında varolan inanış farkları, farklı etnik ve kültürel kökenlerin kanıtıdır. Bir diğer kanıt da İstanbul'da Hazar kökenli Musevilerle Bizans'ın yerlisi Yahudiler arasında yüzyıllarca süren dini kavgalardır. Ne yazık ki bu kavgayı sonunda Türk kökenli Museviler kaybetmiş ve
onlara ait sinagoglardan ancak biri günümüze ulaşabilmiştir. Yazılı eserler ise henüz ortada yoktur.

Bu söylediklerimizin doğruluğunu, özelikle Aşkenaz Musevilere ait genetik araştırmalarda DNA yapılarının, İsrailoğlu kökenli Yahudilere değil, Türk kökenlilere yakın sonuçlar verdiğinin ortaya çıkması göstermektedir. Bu çalışmalarda, Kürtleşmişlerin bir bölümü bile İsrailoğullarına Aşkenazlardan çok çok daha yakın DNA
özelliklerine sahip bulunmuştur. Önasya'nın dağlarında mahsur kalıp, kendilerini herkesten saklayan İsrailoğlu kökenli Yahudilerin, bölge ve kültür yakınlıkları nedeniyle son bin yılda Kürtleşmişlerle değil de ondan çok daha önce kırmanç-sorani topluluklarıyla karışmış olması ve onların arasında gerek dini gerekse kültürel olarak asimle olup yok olmuş olmaları daha mümkün görünmektedir.

Hazarlarda Museviliğin oynadığı rol ne yazık ki Hazar Türkleri için çok da hayırlı olmamıştır. Çünkü din değiştiren Türkler, Hıristiyanlıktan önce Museviliğin böldüğü bir ortak din kültürünün kısmen yıkıcısı olmuşlardır. Macarların Hıristiyan olması ve hatta ondan da önce kimi Ön-Türk topluluklarının Slavlaşmasına yol açan,
Ön-Türkler arasında Hıristiyanlığın yayılması, bir de Museviliğin ortaya çıkmasıyla daha bir sağlamlaşmış olmalıdır. İslam, Türkler arasında sürecek bir yerleşik-göçer ayrılığı doğururken, bundan önce aynı örneği Hıristiyanlık ve Musevilik sergilemiştir. Bugün Rusya'yı azıcık kazıyın altında Rus göremezsiniz. Bunları zamanla daha net olarak göreceğiz.

Hazarlarda Musevilik, Suriye Türkleri, Mısır Türkleri ve İran Türklerin de İslam, Uygur ve kimi Hun toplulukları arasında Budizm, Maniheizm ve Konfiçyüs-Tao Düşüncelerinin yayılması, Türk topluluklarının başka uluslara asimle olmasıyla sonuçlanmıştır. Çin Han Hanedanının Çinlilerle hiçbir ortak yanının olmadığını görmek
için dönemin heykellerine ve heykellerdeki sakal ve bıyıklara şöyle bir göz ucuyla bakmak bile yeterlidir. Benzer olaylar daha az nüfusa sahip topluluklar için Kafkasya'da da olmuştur. Nitekim Dağıstan Musevilerini böyle görmek gerekir.

Atila Demirkasımoğlu

( Yukarıdaki makaleye Sayın Kevin Brook'un yanıtı )

Kitabım "Hazar Yahudileri" ile alakalı olarak, Atila Demirkasımoğlu'na cevaben yazıyorum: Hazar İmparatorluğunda kac tane Israilli Yahudi'nin yasadigini bilmiyoruz fakat Israelli Yahudilerin sayisinin Hazar Yahudilerinden az olduguna dair Atila Demirkasımoğlu'nun hakli olmasi mümkündür. Cevap, kac tane Hazar'in Judaism'e donduruldugu ile bagintilidir.Sayet, din degistirme oldukca yayginsa bu takdirde Hazarlar belirli  sayida Yahudi'yi sayisal olarak coktan bastirmis olabilirler.

Avrupa'da, Dogu Avrupa'daki Yahudilerin birincil soyunun Sami asilli Israellilerinden oldugu dokumantasyon hem de genetik açidan ispat edilebilir. Bunun henuz ispatlanmadigi konusunda Demirkasımoğlu'nun dediklerine katilmiyorum. Benim kitabim yazildiktan sonra, Avrupa Yahudileri'nin Filistinli Araplar, Suriyeliler, Lübnanlilar, Türkiye Türkleri, Kürtler ve Ermeniler ile yakindan ilgili olduklari ve genellikle Akdenizin bu insanlarin özellikle Seferad Yahudileri ve İran Yahudileri ayni genetik özellikleri gösterdiklerini belirten yeni deliller ortaya çikti. Avrupa Yahudilerinin bazi Hazar akrabaliklarinin olduğu doğrudur fakat bu baskin bir unsur değildir.
Alexander Beider'in arastirmasi dogrulamaktadir ki büyük sayida Yahudi, Dogu Avrupa'ya Cek ve Alman topraklarindan gelmislerdir ve bunlarin sayisi Rusya  Yahudilerinden daha faladir. Daha detaylari için "The Origins of East European Jews", Russian History/Histoire Russe dergisi, Cilt 30 Sayilar 1-2 (Bahar-Yaz 2003), sayfa 1-22'deki makalemi okuyabilirsin. Kitabimin gözden geçirilmis baskisi ayni zamanda Yahudi kökenler üzerindeki yeni kesiflerden genis anlamda
tartismalari içerecektir.

Kendilerini "Juhuri" ya da "Gorski" olarak adlandiran Dagistan Yahudileri, Ortadoğu'daki Semitik-Israelli Yahudilerin soyundan gelmektedirler. Demirkasımoğlu'nu bahsettigi gibi bunlarin Turk olup olmadiklarini bilmiyorum. Mümkün olabilir fakat simdiye kadar genetik deliller bunlarin Dunya'nin her yerindeki Yahudiler ile
ilgili olduklarini göstermektedir. Sayet bu dogru ise bu takdirde Gagistan Yahudileri Iran'da 1000 yil once yasiyorlardi.

Dagistanli Kumuklar belki de Dagistan Yahudilerinden daha fazla Hazar kökenlidirler. Kirimli Karay'larin kokenleri ise halen tartismalidir ve bunlarin genetik yapilari henuz daha kurulmamistir. Sayet bunlar Turk kokene sahipseler, Hazarlardan daha cok Tatar ve Kipcak olmalari mumkundur. Bu nedenle Istanbul'daki modern Karay "kenasa"sinin (sinagogunun) "Hazaryali" olarak adalandirilabilecegini zannetmiyorum.

Bizans doneminde 11'nci Yuzyila kadar Hazar Yahudilerinin Konstantinapol'de ve Pera'da yerlestiklerini ogrendigimizi bilmek ilgini cekecektir. Profesor Timothy S. Miller, Konstantin Akropolu tarafindan yazilan "Aziz Zotikos'un Hayati" baskiyi okumus ve gormus ki bu kitapta Pera'da Yahudi kocasi ile yasayan Yahudi bir Kadin'in bir hikayesi anlatilmaktadir.

"Kiev Mektubu"nun sonundaki gizemlerini koruyan kisimlar haricinde, Orhan alfabesi ile yazilmis olan hic bir Yahudi yazisi gormedim. Fakat, Orhon alfabesinin Aramik alfabeden yaratilmis olabileceginden, Orhon ve Aramik alfabeleri bazi benzer formlara sahiptirler.

Hazarlar tarihlerinin son donemlerinde Hahamlarca yonlendirilmislerdir. Bu Haham Abraham ibn Daud'nin soyledigi seydir. Onlar mozaiktiler fakat senin anlamlanlandirdigin anlamda degiller. 838 yilinda, yahudiligi kabul edince, Hazarlar Musa'nin onuruna ve uzerinde Musa'nin Tanri'nin peygamberi oldugunu beyan eden gumus para basmislardir. Kral Josef, ayni zamanda Hazar Krallarinin, Yahudiligin hahamlara ait mezhebi olan Talmud'u ogrendiklerini de teyid etmistir.

Sonuc olarak, kitabim hakkindaki goruslerin icin tesekkur ederim. Bahsetmem gerekir ki Kitabimin Turkce tercumesi her yonuyle tam degildir ve en azindan 11 Bolum'de bir yerde Ingilizce versiyonunda oldugu hali ile uyumlu olmayan bir bolum vardir. Bu nedenle okudugunun benim original anlatimim oldugunu garanti edemem. Yine bahsetmeliyim ki "Hazar-Bizans Ilişkileri" makalesini bir anit proje olan Yeni Türkiye tarafindan basilan "Türkler"e ithaf ettim ve Türkler ile Türk Tarihi ve Yahudi tarihi ile ilgili istisare etmekten mutluluk duymaktayim. Türkler ve Yahudiler hem Akdenizde ve Orta Asyada ortak ecdad kökenlere sahiptirler ve bu tip bir baglanti benzersizdir.

Kevin Brook

( Kevin Brook'un yazısına Sayın Atila Demirkasımoğlu'nun yanıtı:)
Sevgili Kevin Brook,

Önce bir merhaba. Hazarlı Türklerin ve diğer dinleri seçmiş Türklerin, mesela Hristiyan Naymanlar, Hristiyan Kossaklar, Budist Çinlileşmişler gibi daha birçok topluluğun tarihi, Türklerin gözü önünden uzun süredir kaçırılıyor. Ancak son yıllarda genel bilgilenme düzeyinde yükselme ile bu aşılıyor. Türk Tarihi, kimilerince neredeyse İslam olmalarından sonra başlatılıyor. Bütün bu eksiklikler, başka noktalarda başka sonuçlar doğurduğu gibi, olağan olmayan, kurguların Türkler üzerine ve üzerinden inşaasını düşünenleri cesaretlendiriyor. Bu böyle oldu. Şimdi de bu yanlış yolun temsilcileri var.

Sevgili Kevin Brook,
Henüz sizin kitabınızı okumadım. Bu nedenle sizin doğrudan ifade ettiğiniz görüşleri ve bunların ayrıntıları ile dayanaklarını bilmiyorum. Kitabınızı en kısa sürede alacağım. Benim, sizin yanıt verdiğiniz yazım, kitabınızın Türkçe baskısına yazılan tanıtım yazısını esas almıştır. Bu nokta ilgili yazımda belirtilmişdi. Kitabınızı okuduktan sonra daha ayrıntılı görüş bildirebilirim. Şimdi gelelim yanıtınızda ifade ettiğiniz görüşlerin tartışmasına...

Doğu Avrupa Musevilerinin soyunun “Sami” asıllı olduğunun dokümantasyon ve genetik açıdan ispat edilebileceğini ifade ediyorsunuz. Ve benim bunun henüz ispat edilemediğini ifade ettiğimi yazıyorsunuz. Ve bazı genetik çalışmaların sonuçlarını veriyorsunuz. Yanılıyorsunuz! Ben tam da sizin verdiğiniz sonuçları esas alarak
Doğu Avrupa Musevilerinin Sami asıllı olmasının mümkün olmadığını ilk yazımda ifade ediyorum. Yani ispat edilen Doğu Avrupa Musevilerinin, yani Aşkenazların Sami asıllı olmayıp Türk asıllı olduklarıdır.

Üstelik başta “Arman”lar (Haylar değil) olmak üzere Kürtler, Suriyeliler ve Lübnanlıların Türklerle ve Aşkenaz Musevilerle benzer genetik özellikler göstermesini “yanlış” yorumluyorsunuz. Ve önemli bir noktayı gözden kaçırıyorsunuz. Bu şu: Sizin ifade ettiğiniz genetik ortaklığın, söz konusu genetik çalışmaların açıkça
gösterdiği üzere, Sami asıllı Yahudilerle hiçbir ortaklığı yoktur. Seferad Yahudileri olarak İspanya ve Portekiz Yahudilerini esas alıyorsanız, biz bunun Sami asıllı Yahudiler olduğu noktasını tartışmalı buluyoruz. Çünkü biliyoruz ki, birçok Musevi Hazar Türk’ü İspanya, İtalya ve Portekiz’e göç etmiştir. Musevi tasavvufunun en
önemli üç isminden ikincisi olan Gikatilla ailesi bunlardan biridir. Batı Akdeniz Avrupa’sının Musevilerinin adları üzerine yapılacak bir araştırma, bu küçük topluluğun Sami ve Türk soylu iki farklı etnik kökene sahip olduğunu ama ikincisinin zamanla kültürel olarak kaybolduğunu gösterecektir.

Genetik araştırmalar, Türkiye’de ve Türkler tarafından yapılmadığı sürece her zaman şüpheyle karşılanmalıdır. Orta Avrupa Musevilerinin içinde küçük de olsa Sami asıllı olanlar vardır. Örneklemelerin nasıl yapıldığını ve ne kadar objektif olunduğunu bilmeden bu önemli ve “hem öncesinde hem sonrasında” “kurgulanabilir”çalışmalara güvenmek mümkün değildir. Bu çalışmalara ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Biz de bu nedenle dikkatle yaklaşmakta ve ne baştan red ne de kabul etmekteyiz.

Buna rağmen sözkonusu çalışmaların gösterdiği gerçeği, siz genetik haritaları tekrar dikkatle gözden geçirdiğinizde göreceksiniz: Sami asıllı Yahudilerle, Aşkenaz asıllı Musevilerin aynı genetik bölgede bulunmadığını göreceksiniz. Aşkenazların Anadolu Türklerine yakın olduğu apaçık ortadadır. Armanların, Kürtlerin (ki burada biz
biliyoruz ki Kürtleşmişler söz konusu) ve hatta Suriye ve Lübnanlıların da genetik haritada bu bölgede bulunması ise sizin ifade ettiğiniz gibi bir Akdenizliliğe işaret etmemekte, bu toplulukların Türklerle genetik akrabalığına işaret etmektedir.

Sizin Akdenizlilik iddianızın kökeni Arman ve Kürtlerden daha çok Suriye ve Lübnanlılara yaslanmaktadır. Siz, sözkonusu bu genetik çalışmalarda Sami Yahudileri ile Aşkenaz Musevileri arasındaki genetik haritadaki koca farkı göz ardı ettiğiniz gibi Suriye ve Lübnanlıları genetik olarak Arap yaparak bir çok şeyi daha göz ardı
ediyorsunuz. Oysa Suriye ve Lübnan'ın genetik kökeni konusunda biraz aceleci olmamak gerektiğini biz tarihten biliyoruz. Ve sosyoloji-kültür ilişkisinden yola çıkarak kimi etnogenez yaklaşımlarında bulunabiliriz.

Şöyle ki: Sümer kraliyet ailesi, hadi ondan vazgeçelim Sümer Ordusunun esasını Ortadoğu kökenli bir topluluğun değil Asya kökenli bir topluluğun oluşturduğunu düşünüyoruz. Partların Türk kökenli olduğunu biliyoruz. Hurrilerin, Subarların, Mannalıların, tartışmalı da olsa Türklüklerinin diğer olasılıklardan az olmadığını biliyoruz. Bütün bunları bir yana koysak bile Büyük Selçuklu Türk İmparatorluğu döneminde Irak ve Suriye’deki Türk etkisini biliyoruz. Etkiyi  biliyoruz ama genişliğini, araştırmalar yetersiz olduğu için, ancak tahmin edebiliyoruz.

Öte yandan Lübnan’ın kültürel farklara yaslandığı sanılan etnik yapısının soyla ilişkisini bilmiyoruz. Yine Suriye Halkının, Türkmenler hariç olmak üzere, hangi nedenle mesela Irak ve İran Şiiliğinden farklı, Lübnan Müslümanlığının Arap Müslümanlığından farklı olduğunu ve neden ciddi ayrımlar gösterdiğini bilmiyoruz. Oysa Gumilev’in etnogenez tezleri bize tarihi kırıntıları da eklediğimizde bu Kuzey-Doğu Akdeniz coğrafyasında Türklüğün varlığını düşündürüyor. Ve genetik çalışmalar tam da bu nokta ile uyumlu sonuçlar veriyor.

Armanlar meselesi ise Feridun Ağasıoğlu Celilov’un “Hay’lar Nasıl Ermeni Oldu” başlıklı makalesini hemen hatırımıza getiriyor. Bu çalışmayı okuduğunuzda, karşılıklı yazışmalarımızda sözkonusu ettiğimiz genetik çalışmaların, Feridun Ağasıoğlu Celilov’u doğruladığını göreceksiniz. Öte yandan bizde buna şuna ekleyelim ki
Anadolu dikdörtgenine kuzeybatıdan güneydoğuya bir çizgi çektiğinizde hemen üstünde yer alan bölgede Hatti (Hint-Ari Hititler sözkonusu değil) etnik bakiyesinin Önce Armanlaştığı ve sonra Ermenileştiği hipotezinin geliştirilebileceğini düşünüyoruz. Zaten bunlar olmadan Ermenilerin “millet-i sadıka” olması mümkün değildir.
Bu gerçeklere rağmen Ermeniler bugün Türklerin başına kimi siyasi sorunlar açıyor. Umarız ki çoğunluğunu Hazarlıların oluşturduğu ve  buna başka Türk topluluklarının eklendiği Aşkenaz Museviler (burada Saka bakiyesi etnik topluluklar ön planda düşünülmeli) Türklere, Haylaşmış Ermenilerin açtığı sorunları açmazlar. Ve dileriz ki "Millet-i Sadıka" Hıristiyanlıklarına değil Arman ve Hatti kökenlerine sadık kalsın.

Kimi Portekizlilerin Kuzey Çinlilerle akraba olduğu sonucunu veren genetik çalışmalar bu genetik halkayı Çin’e veya mesela Samilere bağlamıyor ve doğrudan Türklere ve onların doğu koluna, ki bu kolda Moğol ve Kırgızlar var, bağlıyor. Diyebiliriz ki bugün Portekiz’de Hıristiyanların bir kısmı Türk soylu...

Dağıstan Musevileri konusuna gelirsek bunu da gerek Hazar Denizi çevresi gerekse İran tarihinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Dağıstan Musevileri hakkında genetik çalışmalardan haberim yok. Ama zaten sizin ifadelerinizden de olmadığı anlaşılıyor. Siz, dünyadaki Yahudiler diyorsunuz ama biz Dünyadaki Musevilerin genetik bir ortaklığı olmadığını ve mesela Arabistan Araplarının, Dünya Yahudilerinden çok daha fazla Sami asıllı Yahudilerle genetik yakınlık gösterdiğini sözkonusu genetik çalışmalardan buluyoruz. Ve Sami Arapların ne Anadolu ne de başka yerin Türkleriyle genetik yakınlığının söz konusu olmadığına ulaşıyoruz. Yani ortak bir Yahudi genetik bölgesi yoktur. Temelde üçe ayrılmış genetik bölgeler var. Biri Sami, biri siyahi ve diğeri de Aşkenazlar. Museviler arasında Aşkenaz nüfus ise Sami ve Siyahi Yahudilerden daha fazla. Bu nedenle hiçbir şekilde ortak dünya Yahudiliği genetiği söz konusu değildir.

Hazar Denizi kesin olarak tarihin bütün dönemlerinde bir Türk iç denizidir. Karadeniz’in Doğusu, Karadeniz'in en az yarısından başlamak üzere Türk kıyılarıdır. Bu bölgeye Türk olmayanlar hep sonradan gelmişdir. Ve zaten genetik nüfus olarak da, ilerde göreceğiz ki, az çıkacaklar.

Göktürk Tarihi konusunda hala çok eksikler var. Ama Kırım ve Bosforu alan Göktürklerin Ötükenden “göç ettiklerini” ifade etmek doğru olmasa gerek. Evet Ordunun bir bölümü oradan gelmiştir. Ancak hemen kuzeyi, hiç olmazsa kuzeydoğusu kültürel olarak Türk bölgesidir. Biz düşünüyoruz ki, genetik olarak o bölgenin tamamı Türk kökenlidir. Şimdilik kesin konuşmak için çalışmaları bekleyeceğiz.

Bizans'taki Hazar varlığından haberim elbette var. Bizans İstanbul’unun bügünkü New York’dan farklı olmadığını düşünüyorum. Yani Grekler Bizans İstanbul’unda sanıyorum ki hiç çoğunluk olmadılar. Helen kültürü, daha sonra başka coğrafyalarda Arap kültürünün din üzerinden, şimdi Anglo-Amerikan kültürün kültür üzerinden yaptığı gibi Helen kültürü üzerinden etnisiteyi yok etti. Türkiye’de Bizans ile Grek ne yazık ki aynı sanılıyor. Bütün bunlar  zamanla değişecek tabii..

İspanya Başbakanı Hasdai'nin Hazarlı Joseph'e yazdığı mektuplar iyi  yorumlandığında Hazarya’da Sami asıllı Yahudinin hiç ölçüsünde olduğu görülür. Mektubun genel içeriğinden bunu çıkarabiliriz. Bu mektupta anlatılan Yafes ve Togarma üzerinden ortak köken dini hikayelerini ise diplomasinin unsurlarından saymak gerekir.

Arthur Kostlerin dikkatini çeken bir hususu hatırlamak yerinde olacak. Kostler “Yiddish dilinde, Almanya’nın Fransa sınırına komşu yörelerinden hiçbir sözcük girmemiştir.” Kostler’in dikkat çektiği bu noktanın da Saka Tarihi aydınlandıkça açığa kavuşacağını ve hatta Almanya’nın doğusundaki yer isimlerinin kökenlerinin belirleneceğini düşünüyoruz.

Özet olarak, Türklerin dini algılama biçimi ve hayatlarında koydukları yer, onların, birçok dine yöneldiğini ve özellikle etnik bakiye haline geldiklerinde dinsel bir taassuba büründüklerini ve tam da bu noktada etnik olarak dönüşüp Türk olarak yok olurken genetik olarak Türklüklerini sürdürdüklerini düşünmek gerekiyor. Çok
geniş bir coğrafyaya yayılmış bir ulusun farklı ve karmaşık bir yaşantısının, bakış açısı bilimsel disiplinine sınırlı birçok araştırmacıyı yanıltıp, Türkleri doğru kavramaktan uzak düşürdüğünü söyleyebiliriz.

Göktürk Alfabesinin kökenini Arami kılmak, 10 bin yıllık oluşum sürecini bir kenara koyma cesareti göstermeyi gerektiriyor ki, bu kadar dev bir cesaret doğrusu ben de yok. Ama Aramilere kök arayacaksak Vedik bir pencere açmak fayda sağlayabilir sanırım. Belki Runik etkiler de Aramilerde olmuştur ve bu yanılgıya sebep
oluyordur.

Talmuddan ziyade Tasavvuf konusunu araştırmacıların gündeme alması yararlı olabilir. Çünkü gerek İslam tasavvufunda gerekse Musevi tasavvufunda Türklerin kritik rol oynamış olması muhtemeldir. Çünkü İslam tasavvufunda Türk ve İranlı kökler baskındır. İranlı köklerin ise genetik bir kültürel isyan olabileceği düşünülmelidir. Çünkü genetik İranlı Hint-Ariler İranın güneyinde yer alırlar. Türk İranlılar ise baştan beri kuzeyinde yer alırlar. İslam tasavvufu, genetik ve kültürel Türklerle sadece genetik Türklerin Sami kültürüne itirazıdır. “Gikatila Ailesi” ve “Balki Ailesi” de bu itirazı Musevilik içinde dillendirmiş olabilirler.

Sevgili Kevin Brook, Biraz spekülatif biraz tarihi gerçekler böyle dursa da, tarihe ait gerçekleri aralama uğraşınız için size teşekkür ederim. Daha önce belirttiğim gibi benim yazım kitabınızın, sanırım arka kapakta yer alan, tanıtım yazısı üzerine idi. Kitabınızı en kısa zamanda alıp okuyacağım. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Atila Demirkasımoğlu   -  Türk Dirlik Sitesinden alınmıştır.   © 2005, Türk Haber /