ANADOLU ALEVİ’LİĞİNİN ÇAĞDAŞ ANLAMDA DüNü VE BUGüNü

Alevilik, bütün dinlerin harman edildiği ve son din olarakda İslamiyetin içinden çıkıp yükselen bir insanlık yoludur. Aleviliği İslamiyetin içinde  veya dışında aramaya gerek yok. Alevilik dinler dünyasını aşmış, dinler üstü  felsefe ve ilimle yoğrulmuş bütün insanlığa açık dört kapılı bir kültür çeşmesi, yönetim hukuku, sosyo-eko anlamdada paylaşımı öğreten, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı görmeksizin bütün insanları kucaklayan  bir yaşam düzenidir.... Aleviliği yaşamakla kendi yolunu bulursun.

Hak – Muhammed – Ali yardımcımız, Dedemiz Haydar’ı Sutan da
gözcümüz ve bekçimiz olsun.

Yazıma güzel iki ata sözleriyle devam isterim;

“Eğitim ve öğretim, ülke düzeyinde yaygınlaştırılmadıkça, başka bir deyişle her vatandaş eğitilmedikçe, halkın mutluluğu ve zenginliği sağlama amacına yönelik olan hiç bir girişim ve kuruluş
başarıya ulaşamaz.”   -     ( Said Paşa )

“Dünyada her şey için en hakiki mürşit ilimdir”   ( Kemal Atatürk – 1924)

Alevilik inancında, nefsine hakim olmak en büyük savaştır. İnanışın tek vasıtası aşk ve muhabbettir.  Aşk ve muhabbet her nesneye göre uygulanabilir. Alevi – Bektaşiliğinin temiz bir inanışı, gerçek mürşidine içtenlikle bir bağlılığı vardır. Allah’ı  korkulacak bir varlık değil, sevilecek ve tapılacak bir tanrı olarak görür. Gerçek bir Alevi – Bektaşi olabilmek için : “Şevkatte güneş gibi, cömertlikte toprak gibi, kendini Hak’ka teslimiyette ölü gibi, örtücülükte ise gece gibi olmalıdır”.

“İnanan insan, önce kendini toprak etmelidir. İnanan her can toprağa marifet tohumunu ekmelidir. Birlik suyunu vermelidir. Birlikte üretilen ürünü gerçek orağı ile biçmelidir. Her şeyi sevgi ve dostluk ölçüsüyle ölçmelidir. Yasaklardan sakınmalı, utançla yoğrulmalı, sabır fırınında pişirmelidir.”

Okuma fırsatı verilmemiş, çağlar boyu okul yüzü görmemiş, ezilmiş Alevi topluluğu kendilerini, çıkarcıların kölesiymiş gibi hissetmişlerdir. Bu toplum zor şartlar altında bile kendilerini Ozanlarının ve Dedelerinin yardımıyla çağın ilerisinde yürümeğe çabalamışlardır.  Pirimiz Hacı Bektaş Veli, ilim sahibi ve çalışkan olmayı en başta saymıştır.

“ İlim inde de, Çin’de bile olsa arayınız,” “Tahsil yapmak ibadettir.” “İlim ibadetten efdaldır.” “Bir Bilge’nin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır.” gibi sözlerle ilmin ve eğitimin önemini belirtmiştir.
Alevi – Bektaşi inancını taşıyan insan, gerçekten nefsini yenen, öfkesini firenleyen kimsedir. Yumşak huylu insanlar dünya ve ahiretin efendileridir.Yumşak huylu insanlar kişileri incitmezler.
Bir Alevi – Bektaşi’ye göre “iyiliğe iyilik her kişinin karı, kötülüğe iyilik er kişinin karıdır.” Eğer, sen kişi olarak gönlünü fenalığa döndürmezsen yüreğin daralmaz.
Bu düşüncelerle bezenmiş kişiler, hoş görülü olurlar. O kişilerde kinden, bencillikten, kibirden, açgözlülükten, yalandan, gösterişten ve ikiyüzlülükten hiçbir nesne bulunmaz. Kendini iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, cömertliğe, hoşgörüye yöneltir.

Alevilik – Bektaşilik, birlik beraberlik, kadın – erkek ve özgür olduğu muhabbet ve sohbet yoludur. Tüm toplumları demokratik, bağımsız son derece sıra ve saygıya uyularak, ahlak ve terbiye kuralları içinde geçer. Bilenler konuşur, bilmeyenler dinler ve öğrenmeğe çalışırlar. Muhabbet meydanları ,genel olarak sofra başıdır. Burada canlar biraraya gelirler. Dertler, sosyal konular görüşülür. Birbirlerine bağlılık havası kuvvetlendirilir.

İnsan, neye erişmek istiyorsa, ona karşı ilmi bir açlık duyması gereklidir. Eğitimin temeli de buna bağlıdır. İşte, biz Alevi toplumu da uzun yıllar işkenceler nedeniyle en ücra yerlerde yaşamak zorunda kalmışız. Bundan dolayı ilme her çağda açlık duymuşuz.

Ancak, bizi ve özümüzü devamlı Ozanlarımız ve Dedelerimiz korumuş, canlı olarak ayakta tutmuşlardır.Alevi dünyası, Hz. Ali’nin Veli olmasının ötesinde bilime ve felsefeye düşkünlüğünün ayrı bir özelliğidir. Peygamber Efendimizin Hz. Ali için söylediği şu sözler Alevi’ler arasında çok ünlüdür. “ Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır.” Hz. Ali, ilim ve irfan bakımından sahabelerin en üstünüdür. İlk İmamdır. Hz. Ali: “Ben konuşan Kuran’ım” derken, onun özünü kavrayıp aydınlatacak bilgisi olduğunu vurgulamak istemiştir.

Tüm dünya edebiyatının kökeninde halk dili vardır. Yani, sözlü edebiyat !... Güzel sanatların kolu olarak edebiyat, önce sözlü ürünler vermiştir. Sözlü edebiyat, bir Ulusun edebiyatının geleneğini korumuştur. Halkın deyişini dile getirip, kuşaktan kuşağa aktarmıştır.

Bir toplumun dili, masallarla başlar, destanlarla, halk hikayeleriyle, ata sözleriyle devam eder.Şairler ve yazarlar da dil yapısını geliştirirler. Dilin kurallarına uygun sözcükler üretirler. Yahut var olan sözcüklere yeni anlamlar yüklerler. Bir Ozanımız Aşık Hasan Dede şöyle diyor;

“Şair, şiir icad eyle,
 Dil mülkünü abad eyle.”   

Yüzyıllar boyu, Halk Ozanlarımız öz dilimizi yok etmemek için çaba harcamışlardır. Devletin resmi dili “Farsça” ve “ Osmanlıca” iken, halk Ozanlarımız, duygu ve düşüncelerini halkının kullandığı öz dili “Türkçe’yi” kullanarak onu yaşatmışlardır.

Dilimizin, gelenek ve göreneklerimizin dünden bugüne ve yarınlara ulaşmasını sağlıyanlar Alevi – Bektaşi Dedeleri ve Halk Ozanları  olmuşlardır. Çünkü, Ozanlarımız ana konu olarak “insanı” işlemişlerdir.

İnsanın ağrısını, acısını, sancısını, sevincini, hüznünü, yaşama heyecanını ve zevkini işlemişlerdir. Ozanlarımızın derin bir acısı vardır. Zaman içinde “Ehli – Beyt’in” uğradığı haksızlıklar ve onlara yapılan zulüm, yüzyıllardan beri onlara gönül vermiş insanlara yapılan işkenceler, çektirdikleri acılar, bu kitleyi dağların en ücra köşelerine itmiştir. Çağlar boyu, sadece inançları yüzünden kıyımlara uğramışlar, yakılmışlar.

Okulsuz, yolsuz, her türlü sosyal yaşamdan uzak yaşıyan bu toplumu eğitimsiz bırakmışlardır. İşte, bu nedenden dolayı Alevi – Bektaşi Kültürü Dedelerinin ve Ozanlarının yardımıyla sözlü eğitim yoluyla bu günlere kadar gelmiştir.

Zamanımızda Alevi – Bektaşi geleneğini hala sürdüren en büyük Halk Ozanlarımızdır. Hak’ka yürüyen Aşık Veysel, 1992 de Sivast’a devlet tarafından örgütlenen şeriatçılar tarafından yakılan Hak’kın huzuruna göç eden Muhlis Akarsu, yine sevenlerin çoşku seliyle hak’ka kavuşan Aşık Mahsuni Şerif, günümüzün sanat ustaları Arif Sağ, Musa Eroğlu, Yavuz Top,ve bunun gibi değerli yeni yetişen Halk ozanlarımız bir çığ gibi büyümekte. Ehli – Beyt yolunda deyiş ve duazimamlarını korkusuzca söylemektedirler.

Haksızlığa boyun eğmemek için mücadele vermektedirler. Şu anda, Ana Vatanımızda şeriat isteyen kara yobazlara, çağ dışı yaratıklara karşı sözleriyle, sazlarıyla karşı koymaktadırlar. T. C.’nin yaşaması için bir sigorta görevi yapmaktadırlar. Alevi – Bektaşi Edebiyatında en çok işlenen Ehli – Beyt ve düşünceleridir. Aşktır, Sevgidir, Barıştır, Dostluktur. Bunlar da insanlığın ortak değerleridir.

 “El ele, gönül gönüle, cemal cemale” diyerek çıktık yola. Sevgiyi, güzelliği, birliği, dirliği diledik. “Kim olursan ol, gel. Gel ki bir olalım, iri olalım, diri olalım. Gel ki sevelim, sevilelim. Bu dünya kimseye kalmaz” sözleriyle sohbetimizi tamamlarken Çubuklu Aşık Seyit Süleyman’ın Dedemiz,’in yattığı yer Haydar’ Sultan Ocağı için yazmış olduğu şiirle bitireceğim.

 Gece gündüz virdim sensin Ya Haydar,
Onulmaz yaramı sar diye geldim.
“Bedehşan” İlinden zemzem getiren,
“Bakancak kuyusu” sır diye geldim.

Adil eyle cihanı, kaldır zulümü,
Sana arz etmeye geldim halimi,
Rakip çok, isterim künde ölümü
İşte sinem, hançer vur diye geldim.

“Te Tebarek Allah” sıtkımız kani,
Elhamdülillah’la kurduk divanı.
La dedi münkirler, tanımadı seni,
Münkirin defterin dür diye geldim.

“Aliyyün Veliyullah” açık okunsun,
Kafire batın oku dokunsun,
Al-yeşil sancaklar açık çekilsin,
Cihana bir düzen ver diye geldim.

Seyit Süleyman’ım hidayet Hak’tan,
Destim demanımdır, niyazım çoktan,
Tahir Muhammed’den, ervahı Paktan,
Hünkar Hacı Bektaş Pir diye geldim.

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere, hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Hak – Muhammed – Ali yardımcınız, Pirimiz Yesevi, Hünkarımız Bektaş Veli, Ejdamımız Haydar Sultan, Kadim Erenlerimiz, ve Hızır Nebiler de bekçiniz olsun. 
Dede : Zeynel Abidin Haydardedeoğlu .